Kurt Yalnızlığı “Ay Işığında Serenatlar”


Güneş nazlı nazlı derin bir uykuya dalarken dağlardan esen akşam meltemi senin kokunu dağıtıyordu bozkıra. Gönül ırmaklarım sana doğru akıyor; adını bilmeden sana sesleniyor dilimden dökülen nağmeler.

 

Akşam esintisi saçlarını okşarken gözlerin yine Umay gibi bakıyordu. Bozkırın yeşilliği gözlerinde yankılanıyor kahverengi gözlerin birden yeşil oluyordu. Hiç söz söylenmemişti ancak ne de çok konuşmuştuk.

 

Birden söze atıldı Yıldıku ve " Sen" dedi. "Sen kitap karakterlerine benziyorsun. Gözlerinden mürekkep akıyor."

 

Gülümseyerek cevap verdi Ozan:" Sende aya benziyorsun. Atımdaki yaya benziyorsun."

 

Hava kararmıştı. Bozkırı soğuk bir esinti kaplamıştı. Uzaklardan çakal uğultuları geliyor zaman zaman kurt uluması ile birbirine karışıyordu.

 

Yıldıku, bir demet çiçekle kalbi kazanılacak bir kız değildi. Yüreğindeki acılar onu demir gibi eritmiş sonunda ise çelik gibi sert bir iradeye kavuşturmuştu.

 

Kışın yüzeyi donan bir ırmağa benzetti Ozan Yıldıku'yu. Kim bilir içinden ne fırtınalar geçiyordu.

 

Hava ayazdı. İki genç gecenin karanlığını aydınlatan ay ışığında göz göze geldi. Uzun uzun bakıştılar. “Gözlerin” dedi Ozan içinden.  Gözlerin kalu belada kaybettiğim gözlerime ne kadar da benziyor.

 

Güneş derin bir uykuya dalarken gökyüzünü aydınlatan yıldızları karşılamaya hazırlanan Ozan kopuzun tellerine vurmaya başladı ve şu diziler döküldü dilinden;

 

“Dolunay bozkırı aydınlatınca

Tanrı Dağından Umay gibi çık gel

Koşuklarım gökte yankılanınca

Bin yıllık setleri ok gibi yık gel

 

Güzelliğinle titresin Tanrı Dağı

Saçlarını yıkasın Orhun

Ötüken’de yankılansın sesin

Dile gelsin Ozanlar

Türküler yaksın gözlerine

Bakışların ısıtsın geceleri

Çalsın kopuzlar

Nameler süzülsün zülfünden

 

Umay bakışlım

Gözlerin bin yıldıza bedel

Bir bakışın bin yıla bedel

Hangi bin yılın özlemidir bu

Gobi çölü gibi kavurur

Bu uslanmaz gönlümü”

 

Aydan parlak yüzüyle yıldızları yanında sönük bırakan Yıldıku Ozan’a dönerek;

“Adın kelâmların hası

Aktı gözlerimin pası

Bitti gönlümün yası

Sen geldin zambaklar açtı” dedi.

 

Gökteki ay çoktan tepeyi aşmıştı. Âşıkların bu tatlı atışmasını duyan bozkırdaki tüm ruhlarda onları yüksekçe bir tepeden izliyordu. Yanan ateşin çıtırtıları bozkırın sonsuzluğunda yankılanırken Ozan Mevlidi gülümseyerek;

 

“Yanarım aşkından kor alev gibi

Bin bir beyit yazsam da kâfi gelmez

Yüzün bir nur yüzün bir pınar gibi

Ay bile cemâlinden sâfi gelmez” dedi ve ekledi:


Gönül ülkemin Melikesi

Yıldıkum

Yar dedim sana ezelden

Seçtim seni bin güzelden

Okumadım böyle gazelden

 

Gönül ülkemin Melikesi

Yıldıkum

Sende tattım aşkın tadını

Gönül defterine kazıdım adını

Senden öte süremem aşkın atını

 

Gönül ülkemin Melikesi

Yıldıkum

Gel köleni azat eyle

Yıkık gönül tahtımı abat eyle

Beni sevda ilinden berat eyle

 

Gönül ülkemin Melikesi

Yıldıkum

Göktürk ilinde hânımsın

Sefere çıkınca kağanımsın

Aşk dilinde sol yanımsın

 

Gönül ülkemin Melikesi

Yıldıkum

Kalu belada gördüm seni

İlmek ilmek ördüm seni

Yüreğime gömdüm seni

 

Gönül ülkemin Melikesi

Yıldıkum

Ozan Mevlidi ırmak gibi coştu

Patika yollardan sana koştu

Sen yoksan yalan dünya boştu.

 

 Yazar: Alp Er Tarık 

Not: Bu yazının tüm hakları https://mevlidi.blogspot.com aittir. Tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması yasaktır.

Görüş ve önerileriniz için;

Twitter: Alp Er Tarık

Facebook: KatreDergisi


Yorumlar