Kurt Yalnızlığı “Yüreğe Düşen Ayaz”



Kurtlar suskun artık. Suskun ve acı çekiyor. Görmek istemiyor gözlerim. Sadece yazmak...

Yazmak, ölüme meydan okumaktadır; kardelen çiçeği misali. Yazmak, kavuşamayacağını bile bile dağları delmektir; Ferhat misali. Yazmak, sabretmektir; Atacama çölünde açmak için iki yüz yıl yağmur bekleyen çiçek misali. Yazmak, canana mektup götüren bir kebûterdir*

Nice ilkbaharlar nice hazan mevsimleri geçti bir haber gelmedi canandan. Takvimden bir bir döküldü yapraklar. Gözlerime sis perdeleri indi ilkbaharda. Yaz ayazında kar yağdı gönül dağlarıma. Zemheri ayında samyeli vurdu gönül ovalarıma.

Şimdi ben bir han gönlüm bir hancı. Her kapı çaldığında bir kuşun ilk kanat çırpışı gibi pır pır ediyor yüreğim. Her yolcuda seni arıyorum. Her deliye her veliye seni soruyorum. Bazen dileniyorum sokaklarda. Belki… Belki… Belki diyorum bir sadaka kavuşturur bizi. Belki birkaç saniye de olsa göz göze geliriz. Gerçi sen tanımazsın beni. Viran olmuş bir şehir gibiyim şimdi. “Meczup hancı geliyor meczup hancı geliyor” nidaları adımdan öte bir ad olmuştu benim için.

Namım ilden ile dilden dile yayılmış olsa ki Han’ım hiç boş kalmıyor; şehre gelen her yolcu handa kalmak için âdete bir birleriyle yarışıyordu. Handa her akşam kopuzlar çalınıyor, âşıklar atışıyor, yolcular su misali bade* içiyor ve sakiler* hiç durmadan Câm-ı mey’i* dolduruyordu. Gece boyu raks edenlerin gürültüleri ve gülme nidaları hiç eksik olmuyordu. Bu handa meczup hancı dışındaki herkes mutluydu.

Gece ayazdı. Bir mum gibi yanıyordum. Mum gibi yanıyor ve aşkla eriyordum. Her taraf kırmızıydı. Kan kırmızı bir renge boyanmıştı nehirler. Saatlerden ölüm saatiydi. Savaş çanları yankılanıyordu dağlarda. Katran karası gözlerinde kayboluyordum. Boğuluyordu ruhum. Yıldızlar kor olmuş, kar gibi tane tane yağıyordu ruhuma. Bu sevdadan yüreğime ayaz payıma da Kurt Yalnızlığı düşmüştü. Şimdi beni sorarsan eğer, Kurt yalnızlığımı katık edip sevdama yollara düştüm. Mavi gözlü bir Bozkurt yavrusu ile şehir şehir ülke ülke dolaşıyorum. Belki bir aşığın sazında belki bir bülbülün ağıtında belki de bir dervişin azığında buluşuruz diye.

Bu kaçıncı mektup sana? Bu kaçıncı dönmeyen kebûter? Nerededir yerin yurdun? Duydum ki Kartallar, Şahinler ve Atmacalar beslermişsin gönlünde. Kaç kebûter daha can vermeli sana ulaşmak için? Yetmedi mi akıttığın kanlar?  “Gül bahçemde kırmızı gül var” deyip; haber salmışsın aşk bülbülüne. Bu topraklarda yetişen tüm güller beyazdır. Güle kırmızı rengini veren bülbülün kanıdır bilmez misin ey gül’izar*? Yoksa hile ile aşk bülbülünün kanını mı içmek ister badeden* ehl-i sekr* olmuş gönlün?

“Derler ki; ne zaman biri olmayacak bir sevdaya tutulsa o topraklarda bir kırmızı gül bitermiş... “

Damlalar yağmura, yağmurlar nehirlere, nehirler denizlere, denizler deryalara döndü; ama sen dönmedin bana ey cefapişe*!..

 

Alp Er Tarık, İstanbul, Ekim 2020

 


Dipnot:

Kebûter: Posta Güvercini

Câm-ı mey: Kadeh

Saki: İçki sunan kimse

Gül’izar: Gül Yanaklı

Bade: Şarap, İçki

Ehl-i sekr: Aklı ile hareket edemeyip hissi ve zevki ile hareket eden, sarhoş.

Cefapişe: Zulmeden sevgili


Not: Bu yazının tüm hakları fikirpusulasi.blogspot.com aittir. Tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması yasaktır.

Görüş ve önerileriniz için;

Facebook: KatreDergisi

Yorumlar

  1. Hislerin kaleme aktığı belli çok güzel bi yazı olmuş. İskender Pala nın kalemini andırdı biraz 💙

    YanıtlaSil

Yorum Gönder