Kehanetlerin Işığında Bir Komutanın Müslüman Oluş Hikâyesi “Çift Başlı Kartal”

 


Yapraklar sararıyor, esen rüzgârla birlikte bir bir dalından koparak toprağa düşüyordu. Göçmen kuşlar kanatlanmış, süzülerek gökyüzünde kayboluyordu.  Dereler her zamankinden daha gür bir sesle akıyor, adeta ötelerde şakırdayan bülbüllere eşlik ediyordu. Rüzgâr artık daha soğuk esiyor, insanın içini ürpertiyordu. Dağların zirvelerini beyaza bürüyen kar taneleri yavaş yavaş dağın eteklerine doğru iniyordu. Oğuz obasında kış mevsimi yavaş yavaş kendini gösteriyordu.

Mevsim geçişlerinin arasında uzaktan at kişnemeleri duyuluyor, dörtnala koşan atların ayak sesleri yaklaşan fırtına öncesi gök gürültüsünü andırıyordu. Yangikent’te zafer davulları çalıyor, orduyu karşılamak için hummalı bir hazırlık yapılıyordu. Anlaşılan Hanlar Hanı Bayındır Han yine şanlı bir zaferle dönüyordu.

Herkes elindeki işini bıraktı. Çocuktan ihtiyara herkes sıraya girdi. Bayındır Han ve yiğit ordusu Yangikent’e giriş yapmak üzereydi. Onları öyle bir kalabalık karşıladı ki ordudaki yiğitler gözlerine inanamadı. Oğuz ülkesinin diğer illerinde kimse kalmamış, sanki herkes onları karşılamaya Başkent’e gelmişti.

Oğuz süvarileri bir yıldırım gibi Yangikent’e girdi. En önde yüz atlıdan oluşan Oğuzların “Şahinler” adını verdikleri özel bir birlik bulunuyordu. Bayındır Han’ın da Yangikent’e girmesi ile birlikte görülmemiş bir eğlence başladı.

Bayındır Han’ı şehrin kapısında karşılayan ozanlar da hünerlerini sergiledi:

 “Haber oku atılsın

Kara kazan yakılsın

Bayındır Han’ın zafer

Toy aşı kaynatılsın”

 

Bayındır Han dört bir yana ulaklar gönderdi. Zafer toyuna komşu ülke Hanlarını ve kendi beylerini de davet etti. Yangikent’in girişine düşman başlarından oluşan büyük bir kule ördürdü. Başkent’e gelenler ilk bu kuleyi görecekti. Bayındır Han bu hamlesiyle düşmana korku dostuna güven verecekti.

Şahinler birliğinin en toy üyesi olan Yegenek genç yaşına rağmen savaşta göstermiş olduğu cesaret ve akıl dolu savaş taktikleriyle herkesin dikkatini üzerine çekti.  Şahinler, Oğuz ülkesinde düzenlenen savaş yarışmaları sonucu seçiliyordu. Yegenek de bin yiğit savaşçı arasından seçilmişti. Saatler süren vuruşmalar sonunda ayakta kalmayı başararak bu birliğe girmeye han kazandı.

Hava ayazdı. Tek bulut yoktu. Dolunay tüm Oğuz ülkesini aydınlatıyordu. Ay ışığının altında toy tüm coşkusuyla devam ediyordu. Yegenek de kendi birliğiyle eğleniyor, gençliğinin vermiş olduğu iştahla bir elinden koyun but ’unu bir elinden kımızı düşürmüyordu. Kımızın etkisiyle bir süre sonra kendinden geçen Yegenek, masanın üstüne çıktı. Herkes şaşkın bakışlarla onu izliyordu. Bir kopuz istedi. Ve gür sesiyle şu koşuğu söyledi:

Dinleyin ey Oğuzlar

Kurt kuzuyu boğazlar

Bu yükü kim omuzlar

Ok ile yaydan başka?

 

Oğuz’u başsız sandılar

Yay’ını oksuz sandılar

Atını nalsız sandılar

Pusatlar bilendi başka

 

Han’ım buyurdu emir

Başları kesti demir

Yağılar düştü esir

Kanımız kaynar başka

Yegenek’in coşkusuna coşku katacak bir haberde obasından geldi. Ulaklar ona bir oğlu olduğu haberini getirdi. Bunu duyan Hanlar Han’ı Bayındır Han “ Boyun boylansın soyun soylansın çadırın şen ömrün uzun olsun” diyerek, Yegenek’e kılıç hediye etti.

Zafer toyu tüm coşkusuyla devam ederken Kam İsli ’de ayin hazırlıklarına başladı. Bir zaman sonra coşarak kendinden geçen Kam İsli’nin ruhu önce gökleri dolaştı sonra yer altına indi. Dans ederek, kendini müziğin ritmine kaptıran Kam İsli’nin ruhu dünya ile tüm bağlarını kopardı. Tüm âlemleri gezen Kam İsli’nin ruhu tüm ruhlarla hatta şeytanlarla bile iletişime geçti. Gerçekle hayal arasında süren bu yolculukta bir takım imgeler gördü.

Bu gece dünyaya gelen bir şahin yavrusu diğer tüm kardeşlerini öldürdükten sonra çift başlı bir kartala dönüşerek yuvadan uçuyordu. Zamanla kartalın kanatları o kadar büyüdü ki gölgesi kuzeyde Hazar Denizi, güneyde Basra Körfezi, doğuda Semerkand ve batıda Konstantiniyye’ye kadar uzanıyordu. Bu arada şahin yuvası da kan gölüne dönmüştü.

Kam isli büyük bir dehşetle kendine geldi. Bu imgeler pek iyiye işaret değildi. Kam isli imgeleri şöyle yorumladı : “ Yavruların birbirini yemesi oğuzlar arasında kanlı savaşların olacağına işaretti. Bu savaş sonunda hayatta kalan biri oğuzlardan ayrılarak, gölgesi cihanın dört bir yanını kaplayan bir devlet kuracaktı. Şahinin kartala dönüşmesi ise bunu yapacak kişilerinin soyunun şahinler birliğinden geldiğini gösteriyordu.”

 

 17 Yıl Sonra…

Bir sonbahar sabahında Oğuz Yabgu devletinde subaşı rütbesinde bulunan Demir Yaylı lakaplı komutan vefat etti. Rütbesi geleneklere uygun olarak oğluna verildi. Oğlu henüz on yedi yaşındaydı. Ancak genç komutan; uzun boylu, iri kemikli, pars bakışlı, hilal bıyıklı bir yiğitti. Tek başına ava çıkar aylarca dönmezdi. Ok atmakta babasıyla yarışırdı. O bozkırda at sürmez sanki kartal gibi süzülürdü. Kılıç kuşanmakta da Alplerden geri kalır yanı yoktu. Oğuz illerinde yapılan çeşitli yarışmalarda da onun bileğini büken biri çıkmamıştı. Yetenekleri ile daha küçük yaştan itibaren tüm Oğuzların gönlünü kazanmıştı. Onun ismi Oğuzlar arasında bir efsane gibi dolaşıyordu. 

Yıldızı Oğuzlar arasında her gün parlayan genç komutan ile Oğuz Yabgusunun arası çeşitli fitneler sonucu açıldı. Başkentte çeşitli baskılara maruz kalan genç komutan sonunda isyan bayrağını çekti. Ancak Başkentte çok tutunamayacağını anlayınca da ordusuyla birlikle başkent Yangikent’den ayrılarak, Cend şehrine geçti. Cend şehri de Oğuz Yabgusuna bağlıydı. Ancak Yabgu’nun adamları buraya sadece yılda bir kez vergi almaya gelirdi.

Genç Komutan merkezi idarenin zayıf olduğu Cend şehrinde tutunabilirse Oğuz Yabguluğu hayalini gerçekleştirebilirdi.

Gecenin koyu karanlığı Cend semalarını terk ediyordu. Ancak gökyüzü henüz aydınlanmamıştı. Genç komutanı uyku tutmadı. Konutunun balkonuna çıkarak Cend şehrini seyre koyuldu. Aklının bir ucunda bu topraklara sahip olacağı günlerin hayalini kuruyordu. Genç komutan hayal âleminde seyre dalmışken gökyüzünde sedaların en güzeli yankılanmaya başladı. Genç komutanın birden içi ürperdi. Bu sesi daha önce duymamıştı. Ne kadar büyüleyici bir sesti bu. Üstelik Türkçe ’de değildi. Yine de ruhuna öyle nüfuz etmişti ki gözyaşlarına hâkim olamadı. “Atam Oğuz Kağan adına nedir bu ses” dedi. Bu gizemli ses sanki onu çağırıyordu. Kalbindeki sis perdeleri bir bir kalkan genç komutan sanki yeniden doğuyordu.

Bir süre daha gizemli sese kulak veren Komutan daha sonra yardımcısını çağırdı. “Cend semalarına huzur veren bu güzel seste nedir?” diye sordu. Yardımcısı, “Komutanım bu Ezan-ı Muhammediye’dir “ dedi. Genç komutan Ezan-ı Muhammediye’den o kadar etkilenmişti ki sabah olur olmaz Cend valisine elçi göndererek, İslam’ı öğrenmesi için hoca göndermesini istedi.

Gelen hocalardan İslam dinine dair bilgiler alan genç komutan kelimeyi şahadet getirerek Müslüman oldu. Müslüman oluşuyla sadece Oğuz boylarının değil binlerce yılında kaderini değiştirecek olan bu genç komutanın adı Selçuk Bey’di.  Ordusuna onunla birlikte Müslüman oldu. Selçuk Bey İslamı o kadar benimsedi ki kısa sürede Müslümanlığa dair her şeyi öğrenmişti. Türklüğün verdiği savaşçı ruhun yanına bir de Allah yolunda cihat ruhu eklenmişti. İçi içine sığmıyordu. Bir an önce kılıcını çekmek ve Allah yolunda cenk etmek istiyordu.

Hasat mevsimi gelmişti. Yılın bu zamanında Oğuz Yabgusu’nun adamları gelir Cend şehrinin vergilerini tahsil ederdi. Bu Selçuk Bey için bulunmaz bir fırsattı. Ordusunu ve Cend ahalisini toplayan Selçuk Bey ilk kılıcı Oğuz Yabgusuna çekti ve tarihe geçecek olan şu sözü söyledi : “ Biz Müslümanlar, inanmayan kâfirlere vergi vermeyiz. Gerekirse bu yolda canımızı veririz yine de kâfirlere tek koyun bile vermeyiz”.

Selçuk Bey yiğit bir komutan olmasının yanında çok zeki bir lider ve iyi de bir stratejistti. Bu hamlesiyle hem kendi ordusuna cesaret veriyor hem de Müslüman olan Cend ahalisinin gönlünü kazanıyordu. Oğuzlar boyları arasında ismi dilden dile dolaşan Selçuk Bey, bu hamlesiyle daha önceden Müslüman olmuş Türkmen boylarını da akın akın safına çekmeyi planlıyordu.

 

Oğuz Yabgusu da Cend şehrinde patlak veren bu isyanları bastırmak için büyük bir ordu topladı. Oğuz ülkesinde savaş davulları çalıyordu. İki ordunun ilk çarpışması Yangikent ile Cend şehrinin arasında Aral Gölü’nün kıyılarında oldu. Yıldırım gibi birbirine çarpan iki ordu da yiğitçe savaşıyordu. Saatler süren çarpışmaların sonunda akan kandan Aral Gölü kırmızıya boyandı. Zorda olsa bu ilk savaşı Türkmenler kazandı. Ancak bu daha başlangıçtı. Savaş uzun zaman devam etti. Kardeş kardeşi gözünü kırpmadan öldürdü. Bu savaş bir taht savaşından çıkmış, Allah yolunda cihat edenlerle inanmayan kâfirlerin savaşına dönmüştü.

Oğuzlar ile Türkmenler arasındaki vuruşmalar o kadar çetin geçiyordu ki Atlar çatlamış, gitmez olmuştu. Kardeşkanına doyan kılıçlar kesmez olmuştu. Oğuz ilinde ırmak gibi akan kandan sular içilmez olmuştu.

Selçuk Bey, bu savaştan önce atının üzerine çıktı ve ordusuna Bedir Savaşını anlattı. O gün Allah yolunda kardeşin kardeşi nasıl öldürdüğü ordusuna anlatıyor bir yandan da gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Kendini toparlayarak, “Biz ki Allah yolunda Bedrin aslanları gibi olacağız. Bu yolda karşımıza kardeşlerimiz dahi çıksa kılıcımız kınına girmeyecek “ dedi.

Askerler Selçuk Bey’in bu telkini hiç unutmamış olacak ki hepsi birer Hamza olmuş Allah yolunda aslan gibi çarpışıyordu. Türkler zaten savaştan korkmazdı. Ancak “Allah Allah “ nidaları ile vuruşan bu Türklere başka bir ruh gelmişti.

Gazneli Mahmud Türkmenlerin bu savaşçı ruhundan o kadar etkilenmişti ki onları Hindistan’a yapacağı seferlere davet etti. Selçuk Bey’in vefatından sonra Türkmenlerin başına geçen Aslan Yabguyu Otağına davet ederek, ona izzet ve ikramda bulundu. Gazneli Mahmud ileri görüşlü bir sultandı. Oğuz Yabgusuna izzet ve ikramda bulunarak Türkmenlerin gönlünü kazandı. Böylelikle hem iç isyanın önüne geçiyor hem de Hindistan seferleri için asker topluyordu. Gazneli Mahmud’un bir de gizli ajandası vardı. O da Türkmenlerin askeri durumunu öğrenmekti. Kurnazca bazı sorular hazırlayan Sultan Mahmud:

“ Hindistan’a yapacağım cihat için bana askeri yardım gerekirse ne kadar atlı kuvvet gönderebilirsin “ diye Aslan Yabguya sordu.

Arslan Yabgu:

“Eğer kendi boyuma haber gönderirsem 10 bin atlı,

Kendimi ulusuma haber gönderirsem 30 bin atlı,

Balkan Dağı’na haber gönderirsem 100 bin atlı,

Türkistan’a haber gönderirsem 200 bin atlı gelir.”

Bu cevap karşısında dehşete kapılan Sultan Mahmud Aslan Yabguyu hapsetti. Oğuzlar için çileli günler tekrar başlamıştı. Bir de üstüne Aslan Yabgu hapiste vefat etmişti. Bir kez daha başsız kalıp Gazne ülkesinden sürülen Türkmenler, Tuğrul ve Çağrı beyin önderliğinde çöllere sığındı.

Kam İsli’nin gördüğü imgeler bir bir gerçek oldu. Onun gördüğü çift başlı kartal ise ilk kez Dandakan Kalesi üzerinde uçarken görüldü. Gazneli Mahmud’un yıllar önce aldığı önlemlerde işe yaramadı. Tuğrul ve Çağrı beyin önderliğindeki Selçuklu ordusu Gaznelileri tarih sahnesinden sildi. O günden sonra çift başlı Selçuklu Kartal’ı İslam’ın koruyucusu ve mazlumların umudu oldu.

Allah c.c. Selçuk Bey’in soyundan gelenlere nice fetihler ve nice makamlar nasip etti.

Yazar: Alp Er Tarık, İstanbul , Mayıs 2021 

Not: Bu yazının tüm hakları fikirpusulasi.blogspot.com aittir. Tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması yasaktır.

Görüş ve önerileriniz için;

Twitter: Alp Er Tarık

Facebook: KatreDergisi




Yorumlar

  1. Baştan sona sarıyor gerçekten. Devamı mutlaka gelmeli.👍👏

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel dilekleriniz için teşekkürler. Sizlerde bir merak uyandırabildiysek ne mutlu bize...

      Sil

Yorum Gönder