Yapraklar sararıyor, esen rüzgârla birlikte bir bir dalından koparak
toprağa düşüyordu. Göçmen kuşlar kanatlanmış, süzülerek gökyüzünde
kayboluyordu. Dereler her zamankinden
daha gür bir sesle akıyor, adeta ötelerde şakırdayan bülbüllere eşlik ediyordu.
Rüzgâr artık daha soğuk esiyor, insanın içini ürpertiyordu. Dağların
zirvelerini beyaza bürüyen kar taneleri yavaş yavaş dağın eteklerine doğru
iniyordu. Oğuz obasında kış mevsimi yavaş yavaş kendini gösteriyordu.
Mevsim geçişlerinin arasında uzaktan at kişnemeleri duyuluyor, dörtnala
koşan atların ayak sesleri yaklaşan fırtına öncesi gök gürültüsünü andırıyordu.
Yangikent’te zafer davulları çalıyor, orduyu karşılamak için hummalı bir
hazırlık yapılıyordu. Anlaşılan Hanlar Hanı Bayındır Han yine şanlı bir zaferle
dönüyordu.
Herkes elindeki işini bıraktı. Çocuktan ihtiyara herkes sıraya girdi.
Bayındır Han ve yiğit ordusu Yangikent’e giriş yapmak üzereydi. Onları öyle bir
kalabalık karşıladı ki ordudaki yiğitler gözlerine inanamadı. Oğuz ülkesinin
diğer illerinde kimse kalmamış, sanki herkes onları karşılamaya Başkent’e gelmişti.
Oğuz süvarileri bir yıldırım gibi Yangikent’e girdi. En önde yüz atlıdan
oluşan Oğuzların “Şahinler” adını verdikleri özel bir birlik bulunuyordu. Bayındır
Han’ın da Yangikent’e girmesi ile birlikte görülmemiş bir eğlence başladı.
Bayındır Han’ı şehrin kapısında karşılayan ozanlar da hünerlerini
sergiledi:
“Haber oku atılsın
Kara kazan yakılsın
Bayındır Han’ın zafer
Toy aşı kaynatılsın”
Bayındır Han dört bir yana ulaklar gönderdi. Zafer toyuna komşu ülke
Hanlarını ve kendi beylerini de davet etti. Yangikent’in girişine düşman
başlarından oluşan büyük bir kule ördürdü. Başkent’e gelenler ilk bu kuleyi
görecekti. Bayındır Han bu hamlesiyle düşmana korku dostuna güven verecekti.
…
Şahinler birliğinin en toy üyesi olan Yegenek genç yaşına rağmen savaşta
göstermiş olduğu cesaret ve akıl dolu savaş taktikleriyle herkesin dikkatini üzerine
çekti. Şahinler, Oğuz ülkesinde
düzenlenen savaş yarışmaları sonucu seçiliyordu. Yegenek de bin yiğit savaşçı arasından
seçilmişti. Saatler süren vuruşmalar sonunda ayakta kalmayı başararak bu
birliğe girmeye han kazandı.
Hava ayazdı. Tek bulut yoktu. Dolunay tüm Oğuz ülkesini aydınlatıyordu.
Ay ışığının altında toy tüm coşkusuyla devam ediyordu. Yegenek de kendi
birliğiyle eğleniyor, gençliğinin vermiş olduğu iştahla bir elinden koyun but
’unu bir elinden kımızı düşürmüyordu. Kımızın etkisiyle bir süre sonra
kendinden geçen Yegenek, masanın üstüne çıktı. Herkes şaşkın bakışlarla onu
izliyordu. Bir kopuz istedi. Ve gür sesiyle şu koşuğu söyledi:
Dinleyin ey Oğuzlar
Kurt kuzuyu boğazlar
Bu yükü kim omuzlar
Ok ile yaydan başka?
Oğuz’u başsız sandılar
Yay’ını oksuz sandılar
Atını nalsız sandılar
Pusatlar bilendi başka
Han’ım buyurdu emir
Başları kesti demir
Yağılar düştü esir
Kanımız kaynar başka
…
Yegenek’in coşkusuna coşku katacak bir haberde obasından geldi. Ulaklar
ona bir oğlu olduğu haberini getirdi. Bunu duyan Hanlar Han’ı Bayındır Han “
Boyun boylansın soyun soylansın çadırın şen ömrün uzun olsun” diyerek, Yegenek’e
kılıç hediye etti.
Zafer toyu tüm coşkusuyla devam ederken Kam İsli ’de ayin hazırlıklarına
başladı. Bir zaman sonra coşarak kendinden geçen Kam İsli’nin ruhu önce gökleri
dolaştı sonra yer altına indi. Dans ederek, kendini müziğin ritmine kaptıran Kam
İsli’nin ruhu dünya ile tüm bağlarını kopardı. Tüm âlemleri gezen Kam İsli’nin
ruhu tüm ruhlarla hatta şeytanlarla bile iletişime geçti. Gerçekle hayal
arasında süren bu yolculukta bir takım imgeler gördü.
Bu gece dünyaya gelen bir şahin yavrusu diğer tüm
kardeşlerini öldürdükten sonra çift başlı bir kartala dönüşerek yuvadan uçuyordu. Zamanla
kartalın kanatları o kadar büyüdü ki gölgesi kuzeyde Hazar Denizi, güneyde Basra
Körfezi, doğuda Semerkand ve batıda Konstantiniyye’ye kadar uzanıyordu. Bu
arada şahin yuvası da kan gölüne dönmüştü.
Kam isli büyük bir dehşetle kendine geldi. Bu imgeler pek iyiye işaret
değildi. Kam isli imgeleri şöyle yorumladı : “ Yavruların birbirini yemesi
oğuzlar arasında kanlı savaşların olacağına işaretti. Bu savaş sonunda hayatta
kalan biri oğuzlardan ayrılarak, gölgesi cihanın dört bir yanını kaplayan bir
devlet kuracaktı. Şahinin kartala dönüşmesi ise bunu yapacak kişilerinin
soyunun şahinler birliğinden geldiğini gösteriyordu.”
17 Yıl Sonra…
Bir sonbahar sabahında Oğuz Yabgu devletinde subaşı rütbesinde bulunan Demir
Yaylı lakaplı komutan vefat etti. Rütbesi geleneklere uygun olarak oğluna
verildi. Oğlu henüz on yedi yaşındaydı. Ancak genç komutan; uzun boylu, iri
kemikli, pars bakışlı, hilal bıyıklı bir yiğitti. Tek başına ava çıkar aylarca
dönmezdi. Ok atmakta babasıyla yarışırdı. O bozkırda at sürmez sanki kartal
gibi süzülürdü. Kılıç kuşanmakta da Alplerden geri kalır yanı yoktu. Oğuz
illerinde yapılan çeşitli yarışmalarda da onun bileğini büken biri çıkmamıştı.
Yetenekleri ile daha küçük yaştan itibaren tüm Oğuzların gönlünü kazanmıştı. Onun
ismi Oğuzlar arasında bir efsane gibi dolaşıyordu.
Yıldızı Oğuzlar arasında her gün parlayan genç komutan ile Oğuz Yabgusunun
arası çeşitli fitneler sonucu açıldı. Başkentte çeşitli baskılara maruz kalan
genç komutan sonunda isyan bayrağını çekti. Ancak Başkentte çok
tutunamayacağını anlayınca da ordusuyla birlikle başkent Yangikent’den
ayrılarak, Cend şehrine geçti. Cend şehri de Oğuz Yabgusuna bağlıydı. Ancak
Yabgu’nun adamları buraya sadece yılda bir kez vergi almaya gelirdi.
Genç Komutan merkezi idarenin zayıf olduğu Cend şehrinde tutunabilirse
Oğuz Yabguluğu hayalini gerçekleştirebilirdi.
…
Gecenin koyu karanlığı Cend semalarını terk ediyordu. Ancak gökyüzü
henüz aydınlanmamıştı. Genç komutanı uyku tutmadı. Konutunun balkonuna çıkarak
Cend şehrini seyre koyuldu. Aklının bir ucunda bu topraklara sahip olacağı
günlerin hayalini kuruyordu. Genç komutan hayal âleminde seyre dalmışken
gökyüzünde sedaların en güzeli yankılanmaya başladı. Genç komutanın birden içi
ürperdi. Bu sesi daha önce duymamıştı. Ne kadar büyüleyici bir sesti bu.
Üstelik Türkçe ’de değildi. Yine de ruhuna öyle nüfuz etmişti ki gözyaşlarına
hâkim olamadı. “Atam Oğuz Kağan adına nedir bu ses” dedi. Bu gizemli ses sanki
onu çağırıyordu. Kalbindeki sis perdeleri bir bir kalkan genç komutan sanki
yeniden doğuyordu.
Bir süre daha gizemli sese kulak veren Komutan daha sonra yardımcısını
çağırdı. “Cend semalarına huzur veren bu güzel seste nedir?” diye sordu. Yardımcısı,
“Komutanım bu Ezan-ı Muhammediye’dir “ dedi. Genç komutan Ezan-ı
Muhammediye’den o kadar etkilenmişti ki sabah olur olmaz Cend valisine elçi
göndererek, İslam’ı öğrenmesi için hoca göndermesini istedi.
Gelen hocalardan İslam dinine dair bilgiler alan genç komutan kelimeyi
şahadet getirerek Müslüman oldu. Müslüman oluşuyla sadece Oğuz boylarının değil
binlerce yılında kaderini değiştirecek olan bu genç komutanın adı Selçuk
Bey’di. Ordusuna onunla birlikte Müslüman
oldu. Selçuk Bey İslamı o kadar benimsedi ki kısa sürede Müslümanlığa dair her
şeyi öğrenmişti. Türklüğün verdiği savaşçı ruhun yanına bir de Allah yolunda cihat
ruhu eklenmişti. İçi içine sığmıyordu. Bir an önce kılıcını çekmek ve Allah
yolunda cenk etmek istiyordu.
Hasat mevsimi gelmişti. Yılın bu zamanında Oğuz Yabgusu’nun adamları
gelir Cend şehrinin vergilerini tahsil ederdi. Bu Selçuk Bey için bulunmaz bir
fırsattı. Ordusunu ve Cend ahalisini toplayan Selçuk Bey ilk kılıcı Oğuz
Yabgusuna çekti ve tarihe geçecek olan şu sözü söyledi : “ Biz Müslümanlar,
inanmayan kâfirlere vergi vermeyiz. Gerekirse bu yolda canımızı veririz yine de
kâfirlere tek koyun bile vermeyiz”.
Selçuk Bey yiğit bir komutan olmasının yanında çok zeki bir lider ve iyi
de bir stratejistti. Bu hamlesiyle hem kendi ordusuna cesaret veriyor hem de
Müslüman olan Cend ahalisinin gönlünü kazanıyordu. Oğuzlar boyları arasında ismi
dilden dile dolaşan Selçuk Bey, bu hamlesiyle daha önceden Müslüman olmuş
Türkmen boylarını da akın akın safına çekmeyi planlıyordu.
Oğuz Yabgusu da Cend şehrinde patlak veren bu isyanları bastırmak için
büyük bir ordu topladı. Oğuz ülkesinde savaş davulları çalıyordu. İki ordunun
ilk çarpışması Yangikent ile Cend şehrinin arasında Aral Gölü’nün kıyılarında
oldu. Yıldırım gibi birbirine çarpan iki ordu da yiğitçe savaşıyordu. Saatler
süren çarpışmaların sonunda akan kandan Aral Gölü kırmızıya boyandı. Zorda olsa
bu ilk savaşı Türkmenler kazandı. Ancak bu daha başlangıçtı. Savaş uzun zaman
devam etti. Kardeş kardeşi gözünü kırpmadan öldürdü. Bu savaş bir taht
savaşından çıkmış, Allah yolunda cihat edenlerle inanmayan kâfirlerin savaşına
dönmüştü.
Oğuzlar ile Türkmenler arasındaki vuruşmalar o kadar çetin geçiyordu ki
Atlar çatlamış, gitmez olmuştu. Kardeşkanına doyan kılıçlar kesmez olmuştu.
Oğuz ilinde ırmak gibi akan kandan sular içilmez olmuştu.
Selçuk Bey, bu savaştan önce atının üzerine çıktı ve ordusuna Bedir
Savaşını anlattı. O gün Allah yolunda kardeşin kardeşi nasıl öldürdüğü ordusuna
anlatıyor bir yandan da gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Kendini toparlayarak, “Biz
ki Allah yolunda Bedrin aslanları gibi olacağız. Bu yolda karşımıza
kardeşlerimiz dahi çıksa kılıcımız kınına girmeyecek “ dedi.
Askerler Selçuk Bey’in bu telkini hiç unutmamış olacak ki hepsi birer
Hamza olmuş Allah yolunda aslan gibi çarpışıyordu. Türkler zaten savaştan
korkmazdı. Ancak “Allah Allah “ nidaları ile vuruşan bu Türklere başka bir ruh
gelmişti.
…
Gazneli Mahmud Türkmenlerin bu savaşçı ruhundan o kadar etkilenmişti ki
onları Hindistan’a yapacağı seferlere davet etti. Selçuk Bey’in vefatından
sonra Türkmenlerin başına geçen Aslan Yabguyu Otağına davet ederek, ona izzet
ve ikramda bulundu. Gazneli Mahmud ileri görüşlü bir sultandı. Oğuz Yabgusuna
izzet ve ikramda bulunarak Türkmenlerin gönlünü kazandı. Böylelikle hem iç
isyanın önüne geçiyor hem de Hindistan seferleri için asker topluyordu. Gazneli
Mahmud’un bir de gizli ajandası vardı. O da Türkmenlerin askeri durumunu
öğrenmekti. Kurnazca bazı sorular hazırlayan Sultan Mahmud:
“ Hindistan’a yapacağım cihat için bana askeri yardım gerekirse ne kadar
atlı kuvvet gönderebilirsin “ diye Aslan Yabguya sordu.
Arslan Yabgu:
“Eğer kendi boyuma haber gönderirsem 10 bin atlı,
Kendimi ulusuma haber gönderirsem 30 bin atlı,
Balkan Dağı’na haber gönderirsem 100 bin atlı,
Türkistan’a haber gönderirsem 200 bin atlı gelir.”
Bu cevap karşısında dehşete kapılan Sultan Mahmud Aslan Yabguyu
hapsetti. Oğuzlar için çileli günler tekrar başlamıştı. Bir de üstüne Aslan
Yabgu hapiste vefat etmişti. Bir kez daha başsız kalıp Gazne ülkesinden sürülen
Türkmenler, Tuğrul ve Çağrı beyin önderliğinde çöllere sığındı.
…
Kam İsli’nin gördüğü imgeler bir bir gerçek oldu. Onun gördüğü çift
başlı kartal ise ilk kez Dandakan Kalesi üzerinde uçarken görüldü. Gazneli
Mahmud’un yıllar önce aldığı önlemlerde işe yaramadı. Tuğrul ve Çağrı beyin
önderliğindeki Selçuklu ordusu Gaznelileri tarih sahnesinden sildi. O günden
sonra çift başlı Selçuklu Kartal’ı İslam’ın koruyucusu ve mazlumların umudu
oldu.
Allah c.c. Selçuk Bey’in soyundan gelenlere nice fetihler ve nice makamlar
nasip etti.
Yazar: Alp Er Tarık, İstanbul , Mayıs 2021
Not: Bu yazının tüm hakları fikirpusulasi.blogspot.com aittir. Tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması yasaktır.
Görüş ve önerileriniz için;
Twitter: Alp Er Tarık
Facebook: KatreDergisi
Baştan sona sarıyor gerçekten. Devamı mutlaka gelmeli.👍👏
YanıtlaSilGüzel dilekleriniz için teşekkürler. Sizlerde bir merak uyandırabildiysek ne mutlu bize...
Sil